Gün geçmiyor ki efendim biri çıkıp da çok afedersin
tayyip hayranı olduğunu belirtmesin. Ajdar’ın değerini anlayın diye paylaşmak
istedik.
bozuk muslukla müzik yapan adamlar
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 8/06/2014 05:42:00 ÖS
etiket: bozuk musluk, müzik, sanat
yorum:
Hiç yorum yok
Adamların muslukları bile farklı, bizdekiler çok
afedersiniz tayyip gibi.
Paradoksal Edinimler ve Rasyonel Parametrelere Bağlı İnteraktif Çatışmalar 2 : Paralel Evren
yazan: vakamijin
tarih: 8/02/2014 03:20:00 ÖÖ
etiket: nietzche, paradoks, paralel evren, vakamijin, wagner, zaman makinesi
yorum:
Hiç yorum yok

Arka planda da Wagner'in Tannhausen uvertürünü açmış dinlerken Wagner ile Nietzche'nin de arkadaş olduğu, hatta Nietzche'nin Wagner'in karısına aşık olduğu aklıma geldi. Midnight in Paris filminden de gördüğümüz üzere " sanatçılar hep beraber takılıyorlarmış eskiden " diye düşündüm. Wagner, Wagner'in Karısı ve Nietzche veya Nazım Hikmet, Abidin Dino ve Nazım Hikmet'in karısı...
Düşüncelerim bittiğinde bir kızın " geçmişe dönüp babamı öldürsem ne olur acaba :D " yazan iletisine ve altına yapılan " paradoks olur, evren patlar ;) " yorumuna denk geldim. Cevap yazmam gerektiğini hissettiğim anda Deja vu yaşadım.
Deja vu; benim teorime göre Paralel Evrenlerdeki bizlerin yaptıkları şeylerin çakışmasıyla oluşuyordu. Yani başka bir evrendeki ben de Facebookta böyle gerzekçe bir ileti görüp cevap verme gereği duymuştu. Hakkında binlerce sayfalık makaleler yazılan bir konuya, oto sanayinde elektrikçi olarak çalışan birinin dört kelime ile cevap verebileceğini düşünmesi beni cahil cesareti denilen şeyin varlığına tam anlamıyla ikna etti.
Ben de bilim adamlarının gururunu kurtarmak adına, elçi olarak katılmalıydım sohbete. Öncelikle yorum yazan arkadaşa cevap verip sonra kızın sorusunu cevaplayacaktım.
"Bak oğlan " yazdım. Sildim. Çünkü sadece kızlar erkeklerden bahsederken oğlan kelimesini kullanırlardı.
"Bak oğlum " yazdım. Sildim. Boş yere cahilin gururuna dokunup hırçınlaştırmaya gerek yoktu. En son;
" Kardeş, evren öd mü ki patlasın :D
Zamanda geriye gidip babanı öldürürsen sadece sen yok olursun. Başka bir şey olmaz. Çünkü evrenin hafızası vardır, her olayı kaydeder ve bu kayıtlar hiç bir şekilde değiştirilemez. Senin zaman makinesiyle geçmişe gitmiş olmanı da kaydetti. O yüzden istersen geçmişe gidip Dünya'nın yaratılışını engelle yine de bir paradoks olmayacaktır. Çünkü senin geleceğin, zaman makinesiyle geçmişe gittiğin an senin geçmişin oldu.
Özetle geçmişe gidip babanı öldürürsen, o evrende yok olursun. Başka bir paralel evrende ise yaşamaya devam edersin. Evren'in hafızası değiştirilemez. Böylece paradoks da çözülmüş olur " yazdım.
Uzun süre beklediysem de cevap vermediler.
Az önce dört kelime ile çürütülen zaman makinesi paradoksu gibi benim açıklamam da sessizlikle çürütülmüştü. Bilim adamlarının gururunu kurtarmak isterken kendi gururumu da teslim etmiştim. Cahillere elini versen kolunu kapıyorlardı zaten. Ama ben çabuk pes eden biri değildim. Yorumumu silip tekrar yazdım. Yine uzun süre bekledikten sonra cevap gelmedi.
Gururunu kurtarmak, poker oynamaya benziyordu. Bir miktar kaybettikten sonra kaybettiğini geri almak için hırs yapıyor, elinde kalan son gurur parçalarını da kaybediyordun.
Kararında bıraktım. Üstelemedim. Cahiller kendi bildikleriyle mutlulardı. Mutluluklarını bozacak bilgilere duvar örmüşlerdi. Bir atasözünü hatırlayıp gülümsedim;
ignorance is bliss
Facebook'taki 16 arkadaşımdan birisi olan Her Gün Bir Yeni Bilgi; " Einstein hangi rüyayı göreceğini düşünmemek için her gün aynı rüyayı görürmüş " bilgisini paylaştı. Ben de cevap alamayacağımı bile bile ;
" Rüya; biyolojik olarak gün içinde yaşadıklarının bilinçaltına işlenirken beyninin hatırlayamadığı yerleri başka anılarla doldurmaya çalışması şeklinde açıklanabilir. O yüzdendir ki yatmadan önce düşündüğün şeylerle ilgili rüyalar gerçeğe çok yakın olur ve eğer göreceğin rüyayı kontrol etmek istiyorsan uyumadan önce görmek istediğin rüyayı düşünmeli ve REM Uykusu'na geçmeden uyanıp tekrar uyumalısın. Yani uykuyla uyanıklık arasında 2-3 dakikalık uykucuklar yaşayarak istediğin rüyayı görebilirsin. Benim teorime göre ise rüyalar paralel evrenlerdeki bizlerin yaptığı şeylerdir. " yazdım.
Paralel evrenlere takmış vaziyetteydim. Çünkü bu evrende bir halt olamadığımı biliyor, en azından başka evrenlerde Wagner'in karısına aşık olduğumu veya Paris'te bir otelde kalıp şehre bakarken Abidin Dino'ya " bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin? " dediğimi hayal ederek biraz olsun yaşama tutunuyordum.
kısa kısa #12
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/24/2014 08:56:00 ÖS
etiket: 1112211.com, 50 shades of grey, boykot, coca-cola, ekmeleddin ihsanoğlu, fanta, kanal istanbul, kısa kısa, motorcu, nymphomaniac, şanlıurfa, vali, yeni akit
yorum:
Hiç yorum yok
-Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor. Aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu sahip olduğu kültürel birikim ve zeka ile kendisine yöneltilen saçma sorulara ayar niteliğinde cevaplar vererek gülmemize sebep oluyor.
-Merakla beklenen Fifty Shades of Grey’den fragman
geldi.
-Nymphomaniac’ın Facebook sayfasında, Fifty Shades of Grey’in fragmanı yayınlandıktan sonra ilginç bir görsel paylaşıldı. Harbiden kim takar? Yine de izleyeceğiz tabii.
-Kanal İstanbul projesinin hayata geçmesiyle İstanbul,
Prag ve Floransa gibi olacakmış. Beylikdüzü’nden hayretler içinde izliyoruz.
-Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya, son zamanlarda türeyen
Coca-Cola boykotlarına farklı bir boyut getirerek Coca-Cola’yı Fanta içerek
boykot etti.
-Bilindiği gibi ülkemizde “Hırsız var!” diye bağırmak
suç. Evinize hırsız girdiğinde aman siz siz olun hırsız var diye bağırmayın.
-Fenomen haline gelen 1112211.com’a girerek günlük kafa
boşaltma eyleminizi gerçekleştirebilirsiniz.
cuma kafası #4
yazan: tunalızade gürkan efendi
tarih: 7/18/2014 10:58:00 ÖS
etiket: cuma kafası
yorum:
Hiç yorum yok
Merhaba
sevgili okuyucu,
Memleketin
çeşitli yerlerinde o kadar çok yağış var ki insanlar evlerinden çıkmak zorunda
kalıyor, hayvancılıkla geçimini sağlayanların hayvanları telef olmuş durumda,
bununla birlikte İstanbul susuzluğun çilesini yavaş yavaş çekmeye başlıyor. Sıcaklar
hiç olmadığı kadar bunaltıcı. Tüm hafta boyunca çalıştın, başındaki
vatandaşların saçma sapan argümanlarını dinledin, dışarıda görsen suratına
bakmayacağın iş arkadaşlarının laflarını hafta boyunca dinledin, şakacıktan
onların fikirlerine katıldın. Ama bu hafta da bitti, şükür. Şayet yarın
çalışacaksan sabret, tatil için son saatler, şimdiden tatile başladıysan,
sendroma kadar en güzel anlar seninle olsun.
Ne
izlesem?
Haliyle
yapış yapış bir hava olduğunda insan ne yapacağını çok da bilemiyor, haftanın
yorgunluğunu atlatmak için denizin serin sularından medet umabilirsiniz ya da
havuz suyuna balıklama atlayabilirsiniz. Şayet bunları yapma imkanınız yoksa
gidip arkadaşlarınızla vakit geçirmek en iyisi, zaten sinemalarda da öyle aman
aman bir film mevcut değil gibi. Zaten bu havada sinema salonuna tıkılmak
mantıklı gelmeyebiliyor.
Ama
illaki bir film seyretmek istiyorsanız evde mısırınızı ve soğuk içeceğinizi
alıp Only Lovers Left Alive’ı izleyebilirsiniz, şayet henüz izlemediyseniz.
Gecenin
karanlığında güneş gözlüğü takmanın klaslığını yaşayan birkaç vampirin öyle
dizilerden alışık olduğumuz hayat hikayesinden biraz farklı yaşantısını seyre
dalmak güzel olabilir. Hatta bu tür filmlerden hoşlanmayanların dahi bu filmi
seveceğini düşünüyoruz.
Ne
dinlesem?
En
başta karşındakini dinlemekte fayda var. Günler, tam da birbirini anlama
günleri. Sevdiklerin var, hatta seni cidden seviyorlar, sen de bunun
karşılığını vermelisin. Müzik ruhun gıdasıdır diye boşuna dememişler, birlikte
vakit geçirirken senin için hazırladığımız çekme kaseti dinleyebilirsiniz
örneğin.
Ne
okusam?
Kürk
Mantolu Madonna. Bu kitabı okumadan ölenlerin cennete gidemeyeceğini
söylüyorlar. Okumayana sert bakışlarını yönlendiriyorlar. Sen de herkes gibi
kendine vakit ayır ve eline bu kitabı alıp başla. Ortama girdiğinde konusu
açıldığında Fransız kalma.
Nereye
gitsem?
Alışveriş
mağazasına gitme de nereye gidersen git. Bu havalarda denize/havuza gitmekten
başka çare mi var bilmiyoruz ama serinlemek için orman yürüyüşüne çıkabilirsin
örneğin, kuş cıvıltılarıyla hafif nemli toprak kokusu eşliğinde kendinle olmak
ruhuna iyi gelebilir.
Türkiye
şartları neden bu kadar insanı çileden çıkarıcı sevgili okuyucu? Çalışma şartları,
hak ettiğin değer ve sana verilenler, neden sürekli ülkeden kaçası geliyor
insanın? Daha iyisi için ne yapmak lazım, fikrin varsa yaz bize.
yirmi bir
Yirmi bir el ateşlenmiş bu namlu, yirmisi ıska biri isabetmiş. Sadece, biri vurmuş hedefini. Sadece biri kavuşabilmiş hedefine.
Geç fark ettim, vurulan benmişim! Sadece biri vurmuş tazecik bedenimi.
Baktım ki yirmi bir yaşında bir delikanlı olmuşum. Çok zaman aldı, yirmi bir yılda ancak olmuşum; beden ölümüm gerçekleşmiş, düşündüklerimle yaşıyormuşum. Varlığıma gönül koymuş, dilimle arayı bozmuşum. Kafası bozuk, asabi olmuşum.
Baktım ki yirmi bir yaşında bir delikanlı olmuşum. Çok zaman aldı, yirmi bir yılda ancak olmuşum; beden ölümüm gerçekleşmiş, düşündüklerimle yaşıyormuşum. Varlığıma gönül koymuş, dilimle arayı bozmuşum. Kafası bozuk, asabi olmuşum.
İçinde yaşadığımız yüzyıl kadar yaşlı ve yorgunum.
Kelimeler kadar kısıtlıyım. Cümleler kadar bitik. Çöl kadar susuz.
Sonsuzum, sonsuz.
Yok mu gecesiz bir gök, bitmeyen bir gün? Yağmursuz bir kır, rüzgarsız bir tepe, acısız yazılacak bir kaç söz?
Kelimeler kadar kısıtlıyım. Cümleler kadar bitik. Çöl kadar susuz.
Sonsuzum, sonsuz.
Yok mu gecesiz bir gök, bitmeyen bir gün? Yağmursuz bir kır, rüzgarsız bir tepe, acısız yazılacak bir kaç söz?
Yok mu?
Öyleyse boş ver; nasılsa anlatamadıklarım kadar varım. Boşluklar kadar dar.
Boş ver düşünme. Uyku gelince bir bank bile olur yar.
Soyut düşler, sessiz imdatlar, kesintisiz kabuslar.
Rüyalar da kalır uykusuz.
Sonsuzum ben, sonsuz.
Öyleyse boş ver; nasılsa anlatamadıklarım kadar varım. Boşluklar kadar dar.
Boş ver düşünme. Uyku gelince bir bank bile olur yar.
Soyut düşler, sessiz imdatlar, kesintisiz kabuslar.
Rüyalar da kalır uykusuz.
Sonsuzum ben, sonsuz.
Manzara
yazan: alperen
tarih: 7/11/2014 02:17:00 ÖÖ
etiket: adam, cigara, manzara, susuzluk, şiir
yorum:
Hiç yorum yok
Sarkıttı bileklerini hayatına,
Bir ah ile üfledi canım dumanını cigarasının,
Çamlıca tepesinden odanın içine,
Sırtına tepenin soğukluğu üşüştü,
Soğuğun düşüncesi bir şişe birayla örtüştü,
Susuzluğu manzaradan sel oldu, doldu odanın içine,
Hatıralar vurdu sarkık bileklere..
Bir hızla geçti çerçevenin önünden rüzgar,
Manzara doldu odanın içine,
Bir şişe bira düşüncesi doldu zihninin içine,
Basit olsun istedi. Bir şişe bira, adapsız, düzensiz, başına buyruk..
Cigara kondu odanın orta yerine,
Adam manzarayı soludu içine,
Gökyüzü doldu yüreğine..
Ciğerlerinden kurtulan duman sis gibi çöktü gözlerinin önüne,
Cigara da cigara ya, adam manzarayla bir oldu,
Yazdı ahengini konuşmak yerine,
Yazdı adapsız, düzensiz, başına buyruk..
akla mektup
yazan: alperen
tarih: 7/10/2014 04:04:00 ÖÖ
etiket: Akla mektup, deneme, yazılar
yorum:
Hiç yorum yok
Yine kaldık baş başa.. İçim dışım bir olduğum o dar, basık an.
Nasıl başlasam ki? Sevgili günlük mü demeli? Bir dost hatıratı gibi değerli dostum diye mi başlamalı? Yoksa gözden ırak bir sevgiliye abartılı sözlerle mi?Bilmiyorum nasıl başlamalı.
Yine bekliyorum işte. Neyi anlatmalıyım aslında onu da bilmiyorum. Bildiğim her şeyi sen de biliyorsun zaten. Bu yalnız bekleyişleri sen de olmasan kaldıramam sanırım.
Aklım, çoğu kez aldanıyorum oyunlarına, güveniyorum çılgınlıklarına, uyuyorum sana. Kaptırıyorum kendimden bazı şeyleri umutla senin uyuştuğuna. Uyuşturma düşüncelerimi onunla, özgür bırak beni!
Daha yaşayacağım onlarca yıl var önümde bir başıma, prangalı dört duvar arasında ev diye bildiğimiz, özgürlük yiyenlerin midesinde yaşanacak yıllarım var daha, bırak beni!
Yalnız geçirecek yıllarım, iyileşecek hastalıklarım var benim. Dönüp dönüp aynı noktada duracağım sonsuz oyunlarım var benim hayat dediğimiz, özgür bırak beni!
Ve tekrar tekrar; olmayacak sabahlarım var benim, her gece, bu gün de geçse bitecek dediğim; ve sonra; sızdığım gündüzlerin öncesinde astığım sarhoşluklarım var benim, ayılacak sabahlarım var benim, özgür bırak beni!
Vursan duymayacağım anlarım var benim, bırak beni!
Ulaşacak hedeflerim, büyüyecek hırslarım var benim, özgür bırak beni!
Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki.. Serbest bırak ellerimi! Dökmem gereken devasa bir içim var, sayfalara sığmayan, kadehlere dolmayan, dudaklarına dokunulmayan, bedenimden taşan.. Bir içimlik rakı var şişenin dibinde, birazdan suyla boğulacağının bilincinde..
Ahh, düşünüyorum LED'lere bakıp çürüyen beyinleri. Kıskanıyorum kulaklara varan dudakları.. Doğan gün ile batacak güneş arası gibi belirli bir şey değil bu, anneyle rahimdeki bebek arasındaki kordon kadar hayati ama dışarıdan gözükmeyen bir şey, fizikselliğin ötesinde bir şey var anlatmak istediğim, sayfalar sürecek..
Gece kamçılanıyor, dört nala sürüyor karanlığa..
Daha yaşayacağım onlarca yıl var önümde bir başıma, prangalı dört duvar arasında ev diye bildiğimiz, özgürlük yiyenlerin midesinde yaşanacak yıllarım var daha, bırak beni!
Yalnız geçirecek yıllarım, iyileşecek hastalıklarım var benim. Dönüp dönüp aynı noktada duracağım sonsuz oyunlarım var benim hayat dediğimiz, özgür bırak beni!
Ve tekrar tekrar; olmayacak sabahlarım var benim, her gece, bu gün de geçse bitecek dediğim; ve sonra; sızdığım gündüzlerin öncesinde astığım sarhoşluklarım var benim, ayılacak sabahlarım var benim, özgür bırak beni!
Vursan duymayacağım anlarım var benim, bırak beni!
Ulaşacak hedeflerim, büyüyecek hırslarım var benim, özgür bırak beni!
Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki.. Serbest bırak ellerimi! Dökmem gereken devasa bir içim var, sayfalara sığmayan, kadehlere dolmayan, dudaklarına dokunulmayan, bedenimden taşan.. Bir içimlik rakı var şişenin dibinde, birazdan suyla boğulacağının bilincinde..
Ahh, düşünüyorum LED'lere bakıp çürüyen beyinleri. Kıskanıyorum kulaklara varan dudakları.. Doğan gün ile batacak güneş arası gibi belirli bir şey değil bu, anneyle rahimdeki bebek arasındaki kordon kadar hayati ama dışarıdan gözükmeyen bir şey, fizikselliğin ötesinde bir şey var anlatmak istediğim, sayfalar sürecek..
Gece kamçılanıyor, dört nala sürüyor karanlığa..
VEDA

Hiçbir şey söylemek zorunda değilim. Bu sert görünen adamın bunları yazarken gözlerinin dolduğunu bilmemelisin mesela. Ya da günlerdir elimde telefonu alıp, ezbere bildiğim numaranı yazıp yazıp sildiğimi söylememeliyim sana. Sürekli şikayet ettiğin uyku düzenimi, ararsan telefona cevap verebileyim diye düzelttiğimi de öğrenmemelisin. Uyku hapı kullanıyorum uyuyabilmek için ama olsun. Zaten sen hep sonuçlarla ilgilenirsin. Düzelttim işte, artık geceleri uyuyorum. Hiç sorunum yokmuş gibi, mutluymuş gibi, dünya denilen bu bok çukurunda her şey yolundaymış gibi uyuyorum. Arada üç beş hap fazladan alıp ebediyen uyumak da aklımdan geçmiyor değil ama ölürsem kendini suçlarsın diye bu düşünceyi şimdilik aklımdan çıkarıyorum.
Suçlamıyorum seni, yerinde olsaydım ben de benimle bir gelecek hayal etmezdim. Başarısız, sorumsuz, kaybedeceği baştan belli olan biriyle kim bir gelecek hayal edebilir ki? Sadece kızıyorum, aşık oldum yalanına sığınıp beni olduğum gibi kabul edeceğini söylediğin için… Yalana gerek yoktu, birkaç ay takılırız deseydin de olurdum seninle. Şimdi dönsen ve birkaç gün sadece desen yine olurum. Nedenini sorma, ben de bilmiyorum...
Sakın suçlama kendini, bana kötü bir şey yapmadın. Sen hayatıma girmeden önce de böyleydim ben. Ölmek için yaşayan biriydim. Sen hayatıma girince biraz temiz hava aldım. Sen gidince yine kirlendi hava, yine nefes almak zorlaştı. Bilmiyorum, belki kısa bir süreliğine bir nebze olsun hayatımı iyileştirdiğin için minnettar olmalıyım sana, belki de her şeyin kötü gitmesine alışmışken iyi bir şeyler olacağına inandırıp kafamı karıştırdığın için kızmalıyım. Aslında bunları düşünmemek en doğrusu ama beni bilirsin işte…
Sen, hiçbir şey söylemeden gidince kendimce sana veda etmek istedim. Senin söylemeye cesaret edemediğin, davranışlarınla belli ettiğin şeyi ben söylüyorum şimdi. Artık hayatımda sen yoksun! Tamam yalan söylemeyeceğim, varsın ama bunu sana söylemek zorunda değilim.
Ne Kaybedersin?
yazan: Avare
tarih: 7/06/2014 09:15:00 ÖS
etiket: Avare, kaybetmek, ne kaybedersin, yazılar
yorum:
1 yorum
Bir
şeyi yapmak isteyip de yapacak cesareti kendimde bulamadığımda; mesela bir kıza
çıkma teklif edeceğimde ya da bir insana hoşuna gitmeyecek şeyler
söylemek istediğimde kendime hep aynı soruyu sorarım.
‘‘Ne
kaybedersin?’’
Bu
soru beni yüreklendirir, silahı ateşlemeden önce parmağımdaki güç olur.
Kendimden emin olmadan basarım tetiğe. Sonrası muamma… Ya hedefi vururum ya da
attığım kurşun geri tepip beni yaralar. Her iki ihtimalde de sonuçlarla
ilgilenmem. Ne oldu da kazandım ya da neden kaybettim diye düşünürüm. Kazanmak
için birilerine yaranmaya çalıştım mı? Yalan söyledim mi? Kendimden ödün verdim
mi? Bu soruların cevabını veririm kendime. Her zaman dürüst olamıyor insan,
kendine bile. Kötü niyetli olmasa bile yalan söylediğim olmuştur. Kişiliğimden
de ödün verdiğim olmuştur; mesela normalde hayatta izlemeyeceğim, hatta
izleyenleri ağır bir biçimde eleştirebileceğim yapış yapış duygusallık içeren,
gerçekle ilgisi alakası olmayan romantik bir filme sırf bir başkası istediği
için gittiğim olmuştur. Hayır desem, bencil olurum diye avutmuşumdur kendimi.
Burada cevaplayamadığım bir soru var. Kendinden ödün vermemek için bencil olmak
mı gerekiyor? Cevap evetse, üzgünüm ama zaman zaman kendinden ödün veren
biriyim. Son olarak birine yaranmaya çalıştım mı? Benim için iyi olanı sona
saklarım hep. Büyük bir gururla hayır diyebilirim. Bu, zaman zaman
başarısızlığımda bir etken olsa da vicdanım rahat. Hoş, yaşadığımız dönemde
kişinin vicdanlı olmasının bir boka yaradığı söylenemez. Böyle bir dönemde yaşamak bir boka
yarıyor mu, bunu da sonra yazarız.
Sonuçta,
geride bıraktığım yirmi üç yıla dönüp baktığımda kaybettiklerim de olmuştur
kazandıklarım da. Öyle büyük zaferler elde ettiğimi hatırlamıyorum, hepsi küçük
şeylerdi. Yenilgilerimse hep büyük oldu. Ne kaybedersin diyerek yola çıktım ve
ağır mağlubiyetler aldım. İnsanın kaybedecek bir şeyinin olmaması bugüne kadar
söylenen en büyük yalanlardan biri. Hiçbir şey kaybetmese bile yeniden bir
şeylere başlama isteğini yitiriyor insan.
Arzuhalci
yazan: alperen
tarih: 7/03/2014 11:53:00 ÖS
etiket: arzuhalci, deneme, hikaye, mürekkep, yazılar
yorum:
Hiç yorum yok
Uyunur mu bu gece? Uyuyamaz Çocuk bu gece, aklımda yine O sessiz hece.
Arzuhalcimi kaybettim. Kaybolmayan ifadeler, sözcüklerdi musibetim. Bir Jack’le yetinemedim, yine kendimi kaybettim. Hapsettim fikirlerimi sensiz ifadelere, sözcükler de kurtaramadı, Çocuk biçare.
Hikaye ya bu; Vurdum kadehi masaya. Dedim; getirin o Arzuhalciyi buraya. Oturttular yanıma. Tutuşturdular eline bir kalem, dolma. Kalem dolma ama henüz dolmamış. Açtı Arzuhalci bağrımı, bir daldırdı kalemi yüreğime, ki hiç sorma.
Yürek ya bu; acıdı elbet. Bastım bir kara nara. Devirdim kadehi gırtlağa. Arzuhalci güldü halime, söylendi derdime. Dedi; öyle haykırdın ya, yürek de ağladı ya, bu kalemle ne yazsam karşısındakini dize getirse gerek, ama önce söyle ki ne yazmam gerek?
Ağlatmak mı gerek? Güldürmek mi gerek? Dedim; Bırak aksın mürekkep, nasıl gelirse öyle gerek. Önce kasketini çıkardı masaya, düzeltti gözlüğünü nizamla, sonra başladı yazmaya bir hışımla.
Dedim; Kendini yorma, mürekkebi alıkoyma, öfkenle eğlence bulma, O gözler bakacak buna, sakın ola ki mürekkepten fazlasını koyma. Ha! Bir de halini hatırını sorma.
Arzuhalci başladı tekrar yazmaya. Mürekkep neyse o, ne eksik, ne fazla.
Mürekkep de “O” ya; bitmiyor illet. Değil ki, ömür gidişli dönüşlü bir bilet. Akreple yelkovan kaçışıyor. Arzuhalci öyle bir terliyor ki sanki cehennem ateşi. Kalem öyle bir yazıyor ki sanki söndürecek ateşi..
Resim @Goce88
Arzuhalcimi kaybettim. Kaybolmayan ifadeler, sözcüklerdi musibetim. Bir Jack’le yetinemedim, yine kendimi kaybettim. Hapsettim fikirlerimi sensiz ifadelere, sözcükler de kurtaramadı, Çocuk biçare.
Hikaye ya bu; Vurdum kadehi masaya. Dedim; getirin o Arzuhalciyi buraya. Oturttular yanıma. Tutuşturdular eline bir kalem, dolma. Kalem dolma ama henüz dolmamış. Açtı Arzuhalci bağrımı, bir daldırdı kalemi yüreğime, ki hiç sorma.
Yürek ya bu; acıdı elbet. Bastım bir kara nara. Devirdim kadehi gırtlağa. Arzuhalci güldü halime, söylendi derdime. Dedi; öyle haykırdın ya, yürek de ağladı ya, bu kalemle ne yazsam karşısındakini dize getirse gerek, ama önce söyle ki ne yazmam gerek?
Ağlatmak mı gerek? Güldürmek mi gerek? Dedim; Bırak aksın mürekkep, nasıl gelirse öyle gerek. Önce kasketini çıkardı masaya, düzeltti gözlüğünü nizamla, sonra başladı yazmaya bir hışımla.
Dedim; Kendini yorma, mürekkebi alıkoyma, öfkenle eğlence bulma, O gözler bakacak buna, sakın ola ki mürekkepten fazlasını koyma. Ha! Bir de halini hatırını sorma.
Arzuhalci başladı tekrar yazmaya. Mürekkep neyse o, ne eksik, ne fazla.
Mürekkep de “O” ya; bitmiyor illet. Değil ki, ömür gidişli dönüşlü bir bilet. Akreple yelkovan kaçışıyor. Arzuhalci öyle bir terliyor ki sanki cehennem ateşi. Kalem öyle bir yazıyor ki sanki söndürecek ateşi..
Resim @Goce88
Günah Keçisi
yazan: alperen
tarih: 7/03/2014 02:08:00 ÖÖ
etiket: deneme, günah keçisi, yazılar
yorum:
Hiç yorum yok
Her insan yapamadıkları, başarısızlıkları için suçlayacak birini, günahlarını taşıyacak bir bedeni arar. İşte o adam benim. Günah keçisiyim ben.
Hani bahsedilirken, derler ya, vay ibne vay; işte o adamım ben.
Kimisinin alamadığı evi, kimisinin okutamadığı çocuğu, batırdığı işi, sevişemediği sevgilisi, söyleyemeyip içine attığı sözüm ben.
Kendi bacağından asılmayan, eli bıçaklı koyunların keçisiyim ben. Günah keçisiyim ben.
Ağzıyla içemeyenlerin içemedikleriyim ben. Kasvetli zamanlarda küfür edilecek adamın ben.
Başarı hikayelerinin yenileni, başarısızlıklarla dolu olanın kötü adamıyım ben.
Diyeceksiniz ki şimdi, ya kardeşim sen hep mi haklısın, haklıyım ulan.
Yalanlarınızın içini doldurmak için olmuş kötü adamım ben. Haksız da olmam ben. Söz de vermem, ona göre. Otur dinle adam gibi dinleyeceksen.
Şimdi kötü oldum iyi mi oldu? Mutlu musunuz? Ben mutluyum. İçiyorum içiyorum kusuyorum beynimdekileri. Mutluyum ya-hu!
Fena mı oldu? Haksız da çıkmıyorsunuz artık. Hep alan memnun, hep alan memnun bıktık. Veren de memnun artık.
Nur topu değil, yoksulun evinde "bir yumurta daha yiyecek boğaz" olarak doğmuşum ben. Koyar mı bana?
Diyeceksiniz ki, içmeye başladın bozdun kendini. Evet. Bozdum ya-hu! Bozuldum. Kokuşmuş yumurta olmuşum.. Bozulmuşum. Mutluyum böyle. Kime ne!
Hani bahsedilirken, derler ya, vay ibne vay; işte o adamım ben.
Kimisinin alamadığı evi, kimisinin okutamadığı çocuğu, batırdığı işi, sevişemediği sevgilisi, söyleyemeyip içine attığı sözüm ben.
Kendi bacağından asılmayan, eli bıçaklı koyunların keçisiyim ben. Günah keçisiyim ben.
Ağzıyla içemeyenlerin içemedikleriyim ben. Kasvetli zamanlarda küfür edilecek adamın ben.
Başarı hikayelerinin yenileni, başarısızlıklarla dolu olanın kötü adamıyım ben.
Diyeceksiniz ki şimdi, ya kardeşim sen hep mi haklısın, haklıyım ulan.
Yalanlarınızın içini doldurmak için olmuş kötü adamım ben. Haksız da olmam ben. Söz de vermem, ona göre. Otur dinle adam gibi dinleyeceksen.
Şimdi kötü oldum iyi mi oldu? Mutlu musunuz? Ben mutluyum. İçiyorum içiyorum kusuyorum beynimdekileri. Mutluyum ya-hu!
Fena mı oldu? Haksız da çıkmıyorsunuz artık. Hep alan memnun, hep alan memnun bıktık. Veren de memnun artık.
Nur topu değil, yoksulun evinde "bir yumurta daha yiyecek boğaz" olarak doğmuşum ben. Koyar mı bana?
Diyeceksiniz ki, içmeye başladın bozdun kendini. Evet. Bozdum ya-hu! Bozuldum. Kokuşmuş yumurta olmuşum.. Bozulmuşum. Mutluyum böyle. Kime ne!